Maddenin Gerçeği Neden Önemli Bir Konudur?

Maddenin Gerçeği Neden Önemli Bir Konudur?

İnsanların gördükleri, duydukları, dokundukları, kokladıkları ve mutlak varlık sandıkları herşeyin gerçekte birer algılar bütünü olması ve yaşamımız boyunca sadece kopya görüntülerle muhatap olmamız, tıpkı kainatın yoktan var olması, sonsuzluğun varlığı, öldükten sonra sonsuz bir hayat için yeniden diriltilecek olmamız gibi olağanüstü bir durumdur. Allah, kusursuz ve saymakla bitmeyecek kadar çok detaya sahip olan evreni, her an, eksiksiz olarak yaratmaktadır. Üstelik bu yaratış o kadar kusursuzdur ki, yeryüzünde bugüne kadar var olmuş pek çok insan bu evrenin ve gördükleri herşeyin bir hayal olduğunu anlayamamışlar, hep maddenin aslı ile muhatap olduklarını sanmışlardır.

21. yüzyılda, bilimsel bulguların maddenin aslına hiçbir zaman ulaşamayacağımızı kesin olarak kanıtlaması ile bu gerçek daha da ortaya çıkmıştır. Ancak, bazı insanlar hala bu durumu anlamazlıktan gelmektedir. Oysa bu, anlamazlıktan veya görmezlikten gelinecek, önemsenmeyecek veya reddedilecek bir bilgi değildir. Aksine, maddenin ne olduğunu bilmek gerçekçi olmanın önemli bir şartıdır. Bu nedenle, bu konu ile karşılaşan insanların, bu konunun önemini düşünmeleri ve kavramaları çok önemlidir. Maddenin gerçek mahiyetini okuyan bazı insanlar, bu konuya neden bu kadar çok önem verildiğini anlayamadıklarını belirtmektedirler. Hatta, bu konunun iman ile bir ilgisi olmadığını sanmakta, neden her imani konunun arkasından bu konunun anlatıldığını sormaktadırlar. Oysa, bu konunun önemi ortadadır. Materyalistleri ürküten, onların tüm fikirlerini yerle bir eden bu gerçeğin önemini, tüm Müslümanlar anlamalı ve insanlara da duyurmaya çalışmalıdırlar.

Maddenin gerçek mahiyetinin bilinmesi, insanların bazı imani konuları anlamaları açısından da büyük bir önem taşımaktadır ve diğer imani konular kadar önemle anlatılmalıdır. Herşeyden önce, maddenin gerçek yönünün anlaşılması ile, insanlar hem dünyaya olan hırs dolu bağlılıklarından arınmakta ve yalnızca ahirete yönelmekte, hem büyük bir yanılgıdan kurtulmakta, hem de bu yanılgıları nedeniyle bir türlü kavrayamadıkları bazı gerçekleri rahatlıkla kavrayabilmektedirler. Örneğin Allah'ın nerede olduğu, cennet ve cehennemin varlığı, ruhun mahiyeti, ölümden sonraki yaşam, sonsuzluk gibi konular, materyalist bir dünya görüşüne sahip veya bu görüşün telkini altında yetişmiş insanlar tarafından kavranamamaktadır. Ancak, maddenin bir hayal olarak algılanıyor olması, bu soruların cevaplarının doğal olarak verilmesini sağlamaktadır. Böylece insanlar Allah'ın tek mutlak varlık olduğunu açıkça görebilmektedirler.

Maddenin ne olduğunun anlaşılması ile, insanlar dünya hayatında bağlandıkları herşeyin, hırslarının, tutkularının, kendilerine Allah'ı ve ahireti unutturan herşeyin boş ve aldatıcı olduğunu kuvvetle hissetmektedirler. Bu ise, dünya hırslarından kurtulup, katıksız olarak, ihlasla Allah'a yönelmelerine ve şirkten kurtulmalarına vesile olmaktadır.

İnsanların kibir ve azametle her türlü insanlık ve ahlak dışı davranışa eğilim gösterdiği bir yüzyılda, insanlar kendilerinin ve gözlerinde büyüttükleri insanların birer gölge varlık olduklarını anladıklarında, kibir ve azametlerinin yerini tevazu ve yumuşak başlılık alacaktır.

Tüm bu gelişmeler ise, huzur ve güvenliğin olduğu, cimriliğin ve bencilliğin, acımasız rekabetin ortadan kalktığı toplumlar oluşmasına vesile olacaktır.

Maddenin aslına ulaşamıyor olmamızın yaygın olarak kabul edilmesiyle meydana gelecek en önemli gelişmelerden biri ise şüphesiz, materyalist felsefenin çöküşü olacaktır.

Şimdi, maddenin mutlak olmadığı gerçeğinin neden tarihin en önemli konularından biri olduğunu detaylarıyla görelim.

Maddenin Gerçeği, Tek Mutlak Varlığın Allah Olduğunu Gösterir

Bu ilmin gösterdiği en önemli konulardan biri, tek mutlak varlığın Allah olduğu gerçeğidir. Materyalist felsefelerin etkisinde kalarak maddeyi mutlak varlık zanneden bazı insanlar, Allah'ın varlığını ve nerede olduğunu anlatırken, son derece sapkın ve cahilce bir üslup kullanırlar. Örneğin, "Allah nerede" sorusuna "Bana aklını göster, gösteremezsin. İşte Allah akıl gibi bir gerçektir, ama görünmez" diyerek cahilce cevap verirler. Bazıları ise, (Allah'ı tenzih ederiz) kendi akıllarınca Allah'ı hayal olarak gösterir, Allah'ın varlığını radyo dalgalarına benzetir. (Allah'ı tenzih ederiz) Onların batıl görüşüne göre, kendileri ve sahip oldukları herşey mutlak varlıklardır ve Allah'ın varlığı ise, bu maddesel varlıkları radyo dalgaları gibi sarmaktadır. Oysa hayal olan kendileri ve sahip olduklarıdır. Tek mutlak varlık ise Allah'tır. Allah'ın varlığı her yeri kuşatmıştır. İnsan ise hiçbir şekilde mutlak varlık olamayacağı için, görüntüdür.

Bu gerçeği Rabbimiz bir ayette şöyle bildirir:

Allah... O'ndan başka ilah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)

Bu gerçeğin kavranmasıyla, şirk koşmadan, Allah'ı birleyerek iman tam anlamıyla oluşur. Çünkü Allah'tan başka tüm varlıkların gölge varlıklar olduklarını bilen bir insan, kesin bir imanla (hakkel yakin derecesinde) "yalnızca Allah vardır, O'ndan başka ilah (güç sahibi varlık) yoktur" der.

Allah'ı gözleriyle görmediği için Allah'ın varlığına inanmayanların maddeci iddiaları da, maddenin gerçek mahiyeti öğrenildiğinde tamamen yıkılır. Çünkü bu gerçeği öğrenen kişi, kendi varlığının bir hayal niteliğinde olduğunu anlar. Hayal olan bir varlığın ise, mutlak olan bir varlığı göremeyeceğini kavrar. Nitekim Kuran'da, insanların Kendisi’ni göremediği, ama Kendisi’nin onları gördüğünü Rabbimiz şöyle açıklar:

Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder... (En'am Suresi, 103)

Elbette ki biz insanlar Allah'ın varlığını gözlerimizle göremeyiz. Ama biliriz ki, Allah bizim içimizi, dışımızı, bakışlarımızı, düşüncelerimizi tam olarak kuşatmıştır. Bu nedenle Allah Kuran'da Kendisi’nin "kulaklara ve gözlere malik olan" (Yunus Suresi, 31) olduğunu bildirmektedir. Allah'ın bilgisi dışında biz tek bir söz söyleyemeyiz, hatta tek bir nefes dahi alamayız. Allah bizim yaptığımız herşeyi bilir, bu durum Kuran'da da şöyle belirtilmiştir: 

Şüphesiz, yerde ve gökte Allah'a hiçbir şey gizli kalmaz. (Al-i İmran Suresi, 5)

Allah'ın her an bizi izlediği, gördüğü, işittiği çok önemli bir gerçektir. Bu gerçeğin farkında olan bir insan, Allah'ı gözleriyle görmese bile, O'nun her anında kendisinden haberdar olduğunu bilir. Bu nedenle her ne iş üzerinde olursa olsun, Allah'ın şahit olduğunu bilerek, Allah'ın hoşnut olmayacağı bir davranıştan, konuşmadan, bakıştan veya düşünceden sakınır. Allah, her işimizde bize yakın olduğunu, bizi izlediğini ve hiçbir şeyin O'ndan uzak olmayacağını şöyle bildirir:

Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur'an'dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta saklı kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta  olmasın. (Yunus Suresi, 61)

     
 
people, family

Çocuğunu kucağında taşıyan, eşine sarılan, annesi ile sohbet eden bir insan bu kişilerin kendisine en yakın insanlar olduklarını zanneder. Oysa, insana bir dostundan, eşinden, çocuklarından, hatta kendisinden de daha yakın olan Allah'tır. Bir Kuran ayetinde bildirildiği gibi, Allah, insana "şah damarından daha yakın"dır. (Kaf Suresi, 16)

 
     

Tek mutlak varlık olan Allah, elbette ki yarattığı insanı her yönüyle bilmektedir. Bu, Allah için çok kolaydır. Fakat kimi insanlar cehaletleri nedeniyle, bunu anlamakta zorlanırlar. Oysa "dış dünya" sandığımız algıları seyrederken, yani hayatımızı sürdürürken, bize en yakın olan varlığın, herhangi bir algı değil, Allah'ın Kendisi olduğu apaçık bir gerçektir. Kuran'da yer alan, "Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız" (Kaf Suresi, 16) ayetinin sırrı da bu gerçekte gizlidir. Ama bir insan kendi bedeninin "mutlak varlık olan madde"den oluştuğunu zannettiğinde bu önemli gerçeği kavrayamaz. Çünkü kendisine en yakın olanın yine kendi bedeni olduğunu zannetmektedir. Örneğin bu insan kendi varlığını "beyni" olarak algılıyorsa, ona şah damarından daha yakın bir varlık olabileceğine ihtimal vermez. Oysa maddenin mutlak olmadığını, herşeyin zihninde yaşadığı kopyalar olduğunu kavradığında, artık dışarısı, içerisi, uzak, yakın gibi kavramların bir anlamı kalmamıştır. Şah damarı da, beyni, eli, ayağı da, kendi dışında zannettiği evi, arabası ve hatta çok uzakta sandığı Güneş, Ay, yıldızlar da tek bir satıhtadır. Allah kendisini çepeçevre kuşatmıştır ve ona "sonsuz yakın"dır.

Allah insanlara "sonsuz yakın" olduğunu, "kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım..." (Bakara Suresi, 186) ayeti ile de bildirir. Bir başka ayette geçen, "Muhakkak Rabbin insanları çepeçevre kuşatmıştır" (İsra Suresi, 60) ifadesi de yine aynı gerçeği haber verir. Buna rağmen bazı insanlar kendilerine en yakın olan varlığın yine kendileri olduğunu sanarak yanılırlar. Oysa Allah bize, kendimizden bile daha yakındır. "Hele can boğaza gelip dayandığında, ki o sırada siz (sadece) bakıp-durursunuz, Biz ona sizden daha yakınız; ancak görmezsiniz." (Vakıa Suresi, 83-85) ayetleriyle de insana en yakın varlığın Allah olduğu gerçeğine bir kez daha dikkat çekilmiştir. Gerçekten de ölüm döşeğindeki ya da hasta yatağındaki bir insan büyük bir yanılgıyla, o an kendisine en yakın varlığın baş ucundaki doktoru veya ona sarılan annesi ya da elini tutan, kendisine dokunan bir yakını olduğunu düşünebilir. Ancak ayette de bildirildiği gibi Allah o sırada kendisine hepsinden daha yakındır. Üstelik yalnızca o an değil, insan ilk var olduğu andan itibaren kendisine en yakın olan yegane varlık Allah'tır. Fakat insanların bir kısmı gözleriyle görmedikleri için bu gerçekten habersiz yaşarlar.

Allah'ın mekandan münezzeh olduğu ve her yeri çepeçevre kuşattığı gerçeği bir başka ayette de şöyle belirtilmektedir:

Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Allah'ın yüzü orasıdır. Şüphesiz ki Allah kuşatandır, bilendir. (Bakara Suresi, 115)

Allah bir başka ayetinde ise bu gerçeği şöyle açıklar:

Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa istiva eden O'dur. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni ve ona çıkanı bilir. Her nerede iseniz, O sizinle beraberdir, Allah, yaptıklarınızı görendir. (Hadid Suresi, 4)

Tüm bu anlatılanlardan çıkan sonuç; tek ve gerçek mutlak varlığın Allah olduğudur. Allah ilmiyle, bir gölge varlık olan insanı ve diğer herşeyi kuşatmıştır. Bir ayette de, "Sizin ilahınız yalnızca Allah'tır ki, O'nun dışında ilah yoktur. O, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır." (Taha Suresi, 98) denilerek bu gerçeğe işaret edilmektedir. Allah Kuran'da yer alan diğer bir ayette ise insanları böyle bir gaflete karşı şöyle uyarmıştır:

Dikkatli olun; gerçekten onlar, Rablerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku içindedirler. Dikkatli olun; gerçekten O, herşeyi sarıp-kuşatandır. (Fussilet Suresi, 54)

İnsanların Yaptıkları da Allah'a Aittir

     
 
people, child, man, woman

İnsanların yaptıkları tüm fiiller Allah'a aittir. Örneğin bir çocuğun okuyabilmesi, bir mimarın meydana getirdiği bir proje, bir bilim adamının buluşu, mutfakta pişen yemek, bir sanatçının eseri... Tüm bunları yaratan ve yaptıran Allah'tır.

 
     

Allah'ın yarattığı gölge bir varlık olan insan, Allah'tan bağımsız olarak bir güce de sahip olamaz. Allah bir ayetinde bu gerçeği şöyle bildirir: 

Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz... (İnsan Suresi, 30)

Bazı insanlar bu çok önemli gerçekten gafil olarak yaşarlar. Kendilerini yaratanın Allah olduğunu kabul eder, ancak yaptıkları işlerin kendilerine ait olduğunu zannederler. Oysa, insanın her yaptığı fiil Allah'ın izniyle yaratılır. Örneğin, bir kitap yazan insan Allah'ın izniyle o kitabı yazar. O kitaptaki her cümle, her fikir, her paragraf Allah'ın dilemesiyle meydana gelir. Allah bu çok önemli gerçeği birçok ayeti ile bildirmektedir. Bu ayetlerden biri, "... sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır" ayetidir. (Saffat Suresi, 96) Allah,  "... attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı..." (Enfal Suresi, 17) ayetiyle ise, her yaptığımızın Kendisi’ne ait fiiller olduğunu bildirmektedir.

Allah başka ayetlerde de peygambere müminlerden sadaka almalarını bildirir. Ancak, ayetin devamında sadakaları alanın gerçekte Kendisi olduğunu açıklar:

Onların mallarından sadaka al, bununla onları temizlemiş, arındırmış olursun. Onlara dua et. Doğrusu, senin duan, onlar için 'bir sükûnet ve huzurdur.' Allah işitendir, bilendir. Onlar bilmiyorlar mı ki, gerçekten Allah kullarından tevbeleri kabul edecek ve sadakaları alacak olan O'dur. Şüphesiz, tevbeleri kabul eden, esirgeyen O'dur. (Tevbe Suresi, 103-104)

Büyük İslam alimi Muhyiddin Arabi, yaptığımız fiillerin de Allah'a ait olduğunu şöyle açıklar:

Ruhlara gelince, onlardan meydana gelen fiillerin kaynağı da onların zatında değildir. Ruh ve cisimleri devamlı olarak harekete sevk eden kuvvet ancak Cenab-ı Hakk'tır... Ruh ve maddeler mütemeyyiz varlıklardan ve müteayyin hakikatlerden değildirler. İlahi fiillerden, yüce varlığın muhtelif suretlerindendirler. Yine bunun gibi, sonlu ve sonsuz denilen şeyler de, gerçekte başka başka şeyler olmayıp, değişik iki noktadan öyle görünen bir tek şeyden ibarettirler. 35

     
 
people, famous people

Her insanın yaptığı tüm işler, kazandığı tüm başarılar, sahip olduğu yeteneklerin tamamı   Allah'a aittir. Bu kişi büyük bir devletin başkanı, dünyanın en zengin insanı, herkesin sevdiği bir sanatçı veya önemli buluşlar yapan bir bilim adamı da olsa, bu gerçek değişmez. Her insan Allah'a boyun eğmiş olarak O'nun dilediği şeyleri yapar.

 
     

Muhyiddin Arabi'nin sözünde de açıkladığı gibi tüm fiileri yaratan, ruhlara bu fiilleri işleyenin kendisi olduğu hissini veren Allah'tır. Allah, tüm ruhlarda bu hissi o kadar gerçekçi olarak yaratır ki, örneğin taşı atan insan gerçekten o taşı atanın kendisi olduğunu zanneder. Oysa, gölge bir varlık olan insan atma eylemini yapamaz. Ancak Allah, insana bu eylemleri kendisi yapıyormuş gibi hissettirir. Allah'ın yaratışındaki mucizenin ve kusursuzluğun bir sonucu olarak, insan bu hissi çok yoğun hisseder ve gerçekten taşı tuttuğunu, kolunu geriye uzatarak hız ve güç aldığını ve taşı attığını zanneder.

İnsan her anında, Allah'a bağımlı olarak yaşar, bilse de bilmese de, kabul etse de etmese de aslında Allah'a boyun eğmiştir. Allah bir ayetinde bunu şöyle bildirir:

Göklerde ve yerde her ne varsa -isteyerek de olsa, istemeyerek de olsa- Allah'a secde eder. Sabah akşam gölgeleri de (O'na secde eder). (Ra'd Suresi, 15)

Yeryüzünde tanıdığınız, bildiğiniz, tarihte yaşamış, günümüzde var olan kim varsa, hangi mevkide olursa olsun, neye sahip olursa olsun veya ne kadar inatçı bir inkarcı olursa olsun, bu gerçek değişmez. Her insan Allah'a boyun eğen, Allah'ın yarattığı, ruhundan üflediği, gölge bir varlıktır. Bunu bilen bir insanın zenginliği, sahip olduğu ilim, ünvan veya şöhret, mevki veya makam ile, yetenekleri veya işyerindeki başarılar ile övünüp büyüklenmesi imkansız hale gelir. Buna rağmen kibirlenenler ise, aslında büyük bir acizlik içindedirler. Çünkü Allah insanların kendi attıklarını sandıkları taşı dahi gerçekte atmadıklarını, bunu yapanın Kendisi olduğunu bildirmişken, halen daha insanın başarılarından dolayı kendisine pay çıkarması çok büyük cehalettir.

Allah her insanı bu şekilde imtihan etmekte ve aynı zamanda eğitmektedir. Bugün bu gerçeğe akıl erdiremeyen, çok açık olmasına rağmen kabul etmeyenler, ölümden sonra tekrar diriltildiklerinde herşeyi tüm açıklığı ile görecekler ve hiçbir şeye güç yetiremediklerini anlayacaklardır. Allah, Kendisi’ni inkar edenlerin acizliğini bir ayetinde şöyle bildirmiştir:

Rablerini inkar edenlerin durumu şudur: Onların yaptıkları, fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu bir kül gibidir. Kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremezler. İşte uzak bir sapıklık (içinde olmak) budur. (İbrahim Suresi, 18)

Allah ise herşeye güç yetiren tek varlıktır:

Göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ı tesbih eder. Mülk O'nundur, hamd (övgü) de O'nundur. O, herşeye güç yetirendir. (Teğabün Suresi, 1)

Maddenin Gerçeğinin Kavranması İnsanları İman Etmeye Yöneltecektir

Hayatı boyunca ruhuna gösterilen görüntüleri izlediğini fark eden insanlar, hem ruhlarını hem de kesintisizce devam eden bu görüntüleri yaratanın Allah olduğuna kesin olarak inanacaklardır.

Bazı insanların, maddenin sırrını kabul etmemekteki ısrarlarının bir nedeni de, Allah'ın büyüklüğünü ve azametini kavrayıp kendi hiçliklerini kabul etmek istemeyişleridir. Ama bu insanlar kabullenmek istemeseler de ortada tartışmasız bir gerçek vardır: Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır ve O'nun tecellisidir. Tek mutlak varlık Allah'tır ve Allah'ın yarattığı diğer varlıklar mutlak değildir, birer görüntüdür. Allah'ın yarattığı görüntüleri seyreden “ben"ler, yani insanlar, Allah'tan birer ruhturlar.

Bu ilim ve bu büyük sır kavrandığı takdirde insanların bilinçleri keskin bir netliğe kavuşacak, üzerlerindeki manevi pus ortadan kalkacaktır. Anlayan herkes       Allah'a gönülden teslim olacak, Allah'ı çok sevecek ve O'ndan çok korkacaktır. Bununla birlikte insanların üzerindeki kibir, kendini beğenmişlik hislerinin yerini tevazu ve mahcubiyet alacaktır. Allah'ın insanlardan istediği de budur. Bu çarpıcı gerçeği anlayanlar yeni bir bakış açısı kazanacak, yepyeni bir hayata başlayacaklardır. Böylece Allah'ın kudretini gereği gibi takdir edecekler ve “Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O'nun avucundadır; gökler de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür. O, şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir." (Zümer Suresi, 67) ayetinde söz edilen kişilerden olmaktan uzaklaşacaklardır.

Maddenin Gerçeğini Bilmek Dünya Hırsını Ortadan Kaldırır

     
 
brain, illusion

Bir insan sahip olduğunu sandığı herşeyin, evinin, arabasının, ailesinin, işinin ve tüm dostlarının beyninin içinde meydana gelen his ve görüntüleriyle muhatap olur. Ve bir insan hiçbir zaman bunların dışarıda olan asıl hallerini bilemez. Bu gerçeği kavrayan bir insan, herşeyin tek sahibinin, bu görüntüleri beyninde yaratan Allah olduğunu anlar. Dünya hayatına hırsla bağlı olan insanlar bu nedenle bu gerçekten çok büyük bir korku duyarlar.

 
     

Buraya kadar anlattığımız konu, yaşamınız boyunca size anlatılmış en büyük gerçeklerden biridir. Çünkü tüm maddesel dünyanın gerçekte bir "gölge varlık" olduğunu ispatlayan bu konu, Allah'ın varlığının ve yaratışının kavranmasının, O'nun yegane mutlak varlık olduğunun anlaşılabilmesinin anahtarıdır. Aynı zamanda hem insanın ne kadar aciz olduğunun ilmi ve reddedilemez bir ispatıdır, hem de Allah'ın muhteşem sanatının bir tecellisidir. Bu nedenle de bu ihtişamlı ilim, insanları kesin olarak iman ettirmekte, iman etmemeyi imkansız hale getirmektedir. Bazı insanların bu gerçekten kaçmalarının ana sebebi de budur.

Burada anlatılanlar, tıpkı bir fizik kanunu veya bir kimya formülü kadar kesin gerçeklerdir. İnsanlar yeri geldiğinde en zor matematik problemlerini bile çözebilmekte, anlaşılması çok zor görülen pek çok konuyu kavrayabilmektedirler. Ama aynı kişilere, insanların hayatları boyunca zihinlerinde oluşan görüntülerle muhatap oldukları, maddenin aslıyla hiçbir şekilde muhatap olamayacakları anlatıldığında, bunu bir türlü anlamaya yanaşmamaktadırlar. Bu, son derece "abartılı" bir anlayışsızlık durumudur. Çünkü burada anlatılan konunun kavranması, tıpkı bir insanın, "iki çarpı iki kaç eder?", "kaç yaşındasın?" gibi sorulara vereceği cevaplar kadar kolaydır. Dünyayı nerede gördüğünü hangi bilim adamına, hangi nöroloji profesörüne sorsanız size "tabiiki beynimde" diye cevap verecektir. Hatta, bu gerçeği lise biyoloji kitaplarında dahi bulabilirsiniz. Ancak tüm bu açıklığa rağmen, maddesel dünyayı beynimizde algıladığımıza dair bilgi ve bu bilginin insanı ulaştırdığı sonuçlar görmezlikten gelinebilmektedir. Bilim tarafından ispatlanmış en önemli gerçeklerden birinin insanların gözünden bu kadar büyük bir titizlikle saklanması büyük bir olaydır aslında.

İnsanların, bütün bilimsel gerçekleri kolaylıkla kabul edip, bu gerçekten bu kadar çok korkup kaçmalarının temel sebebi ise, maddenin gerçeğini öğrenmenin tüm insanların hayata bakış açılarını temelinden değiştirecek olmasıdır. Maddeyi ve kendilerini mutlak varlık olarak kabul edenler ve tüm hayatlarını buna bağlı olarak kuranlar, bir anda kendilerinin, eşlerinin, çocuklarının, sahip oldukları tüm servetin sadece zihinlerindeki yansımasıyla muhatap olduklarını anlayacaklardır. İşte insanların bu gerçekten bu kadar korkmalarının, anladıkları halde anlamazlıktan gelmelerinin, bir ilkokul çocuğunun dahi kolaylıkla kavrayabileceği bir gerçeği son derece anlamsız itirazlarla yok etmeye çalışmalarının ardında yatan neden, bu dünya hırslarını kaybetme korkusudur.

Mallara, oğullara, dünyanın geçici süslerine  hırsla bağlı olan biri için bu gerçekten de büyük bir korku sebebidir. Çünkü bu gerçeği anladığında, daha ölmeden ölmüş, malını ve canını teslim etmiş olacaktır. Allah "Eğer sizden onları(n tümünü) isteyip sizi çıplak bırakacak olursa, cimrilik edersiniz ve sizin kinlerinizi de ortaya çıkarmış olur." (Muhammed Suresi, 37) ayetiyle, insanlardan tüm mallarını istediğinde onların nasıl direneceklerini ve cimrilik edeceklerini bildirmektedir. Bir insan maddenin gerçeğini öğrendiğinde ise, zaten malının, canının Allah'a ait olduğunu, verecek veya vermemekte direnecek bir şeyi olmadığını anlayacak, ölmeden önce herşeyiyle Allah'a teslim olacaktır. Samimi iman edenler için bu bir güzellik, şeref ve Allah'a yakınlığa bir vesiledir. İmansız veya zayıf imanlı insanlar ise, bu güzelliği fark edemedikleri için bu gerçeği büyük bir ısrarla reddederler.

     
 
house_car_jewellery

Mal Hırsına Kapılan İnsanların En Büyük Korkusu

Çevrenizdeki mal hırsına kapılmış insanların en çok nelere değer verdiklerini bir düşünün: İyi bir ev, lüks eşyalar, gösterişli mücevherler, son model bir araba, bankalarda yüksek miktarda para, yat... İşte bu nedenle de bu insanlar, sahip oldukları tüm bu maddeleri beyinlerindeki bir ekrandan izledikleri ve asıllarıyla asla karşılaşamayacakları gerçeğinden çok korkarlar.

Oysa kabul etmek istemeseler de beyinlerinde oluşan bir kopya dünya içinde yaşamaktadırlar. Dışarıdaki dünya ile muhatap olmaları mümkün değildir. Çünkü sesi, ışığı ve kokuyu hiçbir şekilde geçirmeyen kafataslarının içine girebilen sadece bu maddelerden gelen elektriksel bilgilerdir. Resimdeki gibi, para verip, arkada görülen muhteşem villayı satın alan insanın içinde bulunduğu durum da böyledir. Kendini bir villa satın alıyor ve para sayıyor zannederken, aslında beyninde oluşan bir görüntüyü satın almakta, karşısındaki kişiye de paranın kendisini değil, görüntüsünü vermektedir. Parayı alan kişi de gerçekte bir görüntü almaktadır. Yani ortada bir "görüntü alışverişi" vardır.